Bize Ulaşmanın Yolu; |
|
|
|
Hızlı Erişim; |
|
 |
Ana Sayfa |
|
 |
 |
Hakkımızda |
|
 |
 |
Hizmetlerimiz |
|
 |
 |
E - Danışmanlık |
|
 |
 |
Haberler |
|
 |
 |
Basında Biz |
|
 |
 |
Günümüzün Hastalıkları |
|
 |
 |
Diplomalar ve Belgeler |
|
 |
 |
Yazılarımız |
|
 |
 |
Sıkça Sorulan Sorular |
|
 |
 |
Sizden Gelenler |
|
 |
 |
Videolar |
|
 |
İletişim |
|
|
|
|
 |
|
 |
|
|
|
|
|
|
|
Baharın etkisini çevremizde bitkilerde, ağaçlarda, havada hissetmeye yavaş yavaş başladık. Çiçekler yavaş yavaş açmaya, güneş yüzünü göstermeye başladı. Tüm bu güzellikler içinde, baharın bu neşesini kendimizde de hissedebiliyor muyuz?. Tüm bu canlılığı kendi bedenimizde de hissedebiliyormuyuz? Eğer cevabınız hayırsa bu yazıyı dikkatle okuyun çünkü sizde bahar yorgunluğu yaşıyor olabilirsiniz. Bahar yorgunluğu, baharın bu ilk haftalarında birçok kişide görülebilen, genel bir bitkinlik, güçsüzlük, enerji eksikliği, isteksizlik, uykusuzluk, vücutta uyuşukluk - karıncalanma gibi belirtilerle seyreden bir rahatsızlık halidir. Bahar aylarında havadaki elektrik yükünün artması ile, özellikle büyük şehirlerde bu elektrik yüküne hava kirliliğinin ve çevre gürültüsününde eklenmesiyle belirtiler daha da artar. Bahar yorgunluğu sosyal yaşamı, aile hayatını ve özelliklede iş yaşamını olumsuz bir şekilde etkiler. Yönetici pozisyonunda çalışan kişiler içinde bu sorunun görülmesi geçerlidir. Halsizlik, vücutta kırıklık, isteksizlik, boğaz ve baş ağrılarıyla ortaya çıkan bu yorgunluk iş performansının düşmesine, alınan verimin düşmesine, çalışmanın bir zevkle yapılmasından çok günü geçirir, haftayı geçirir bir hal almasına neden olur. Bahar yorgunluğu mutlaka önlem alınması gereken bir durumdur. Önemsenmeyip geçiştirilmeye çalışılırsa kronik yorgunluk sendromuna dönüşebilir, aynı zamanda uzun süren durumlarda depresif duygu-durum görülme olasılığını da arttırır.
|
|
|
|
|
|
 |
|
|
|
|
|
|
Depresyonun temelinde daha önceden isteyerek ve severek yaptığı günlük aktivitelere karşı isteksizlik ve hayattan zevk alamama durumu vardır. Ek olarak depresyondaki kişide kederli ve üzgün bir duygu durum ile birlikte görülen bazı değişiklikler zamanla oluşur. Bu durumda kişi her şeyi olumsuz olarak değerlendirerek karamsarlık düşünceleri ile geçmişi ve geleceği düşünmeye başlar. Bu düşünceler istemese de kişinin aklına gelir. Yani günlük yaşantıda her şeyin olumsuz taraflarını görür. Yalnız normal sınırlarda kabul edilecek gün içerisindeki duygulanımdaki çökkünlükler depresyon sayılmaz. Depresyon diyebilmemiz için aşağıda sıralanmış belirtilerin gün içerisinde hemen hemen gün boyu ve en az son on beş gündür devam ediyor olması gerekir. - Hemen her gün ve günün büyük bir kısmında gözlenen çökkün bir duygu-durum hali (Kendini mutsuz, ağlamaklı, kederli hissetme hali). - Hemen her gün yaklaşık gün boyu süren tüm ya da çoğu etkinliğe karşı ilgi ve zevk almada azalma (Daha önce keyif alınan işler, hobiler ve alışkanlıklardan artık hoşlanmama , bıkkınlık, cinsel isteksizlik). - Diyet uygulanılmamasına karşın önemli derecede kilo kaybı ya da alımı (Bir ay içinde vücut ağırlığının %5 inden fazlasının artması ya da azalması) ya da hemen her gün iştahta artma yada azalmanın olması. - Hemen her gün uykusuzluk yada aşırı uyku hali. - Hemen her gün olağan beyinsel ve vücutsal işlevsellik, hareketlilik halinde azalma ya da huzursuzluk - Hemen her gün halsizlik ,yorgunluk hisleri,daha önceki günler kadar enerjik hissetmeme. - Hemen her gün kendini değersiz hissetme,küçük görme,kendini beğenmeme, suçlu ya da günahkar hissetme hali. - Hemen her gün düşünme ya da konsantrasyon yeteneğinde azalma olması (Konuşulanlara, okunan şeylere, izlenilen dikkatini verememe, gibi) ya da kararsızlık hali. - Tekrarlayan ölüm düşünceleri,intihar planları veya eylemlerinin varlığı. |
|
|
|
|
|
 |
|
|
|
|
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu(DEHB) |
|
|
|
 |
|
|
|
|
|
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu dikkat sorunları aşırı hareketlilik ve isteklerini erteleyememe, düşünmeden hareket etme ile kendini gösteren psikiyatrik bir bozukluktur. Bir kişide DEHB var denebilmesi için belirtilerin 7 yaşından önce başlaması, belirtilerin en az 6 ay sürmesi gerekmektedir. Ayrıca sorunun en az iki ortamda devam etmesi gerekir. Evrensel bir bozukluktur. Görülme sıklığı %3 ile %5 arasında değişmektedir. Erkeklerde kızlarda 4-8 kat daha yüksek oranda Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu olma olasılığı vardır. Yaşam boyu sürer. DEHB’nin 3 temel belirtisi vardır: 1. Dikkat Eksikliği; Dikkat eksikliği, kişinin dikkat süresinin yaşından beklenenden az olması ve kişinin dikkatini bir şey konu üzerinde yoğunlaştıramaması ile kendini gösterir. Kişi aynı anda bir çok uyarana dikkat verebilir. (Bu da bir işle uğraşırken başka bir yere dikkatinin kaymasına neden olur. Yani aynı anda öğretmeni dinlerken arka sırada oturan arkadaşının söylediklerini de duyabilir. Bu da yaptığı işi tam ve eksiksiz yapmalarına engel olur. Kalabalık, gürültü ve uyaranın fazla olduğu ortamlarda dikkatini toplaması iyice güçleşir. Zihinsel faaliyet gerektiren işleri yapması zorlaşır. Yoğun zihinsel faaliyet gerektirmeyen işlerde uğraşırken daha verimli olur. Örneğin, uzun süre televizyon seyredebilir ya da bilgisayar oynayabilirler. Belirtileri: Ayrıntılara dikkat etmeme, çokça dikkatsizlik hatası yapma. Direkt konuşulduğunda duymaz, dinlemez gözükür. Günlük işlerde sıkça unutkanlık yapar. Zihinsel çaba isteyen işlerden kaçınır. Dış uyaranlara dikkati kolayca dağılır. Sürekli okul eşyalarını kaybeder. Dağınıktır. Çoğu zaman üzerine aldığı görevlerde ya da oynadığı oyunlarda dikkati dağılır.
2. Hiperaktivite Kişinin kendi yaşına ve gelişim düzeyine uygun olmayan aşırı hareketliliğidir. Örneğin; uzun süre yerinde oturamaz, sürekli hareket halindedir, çok konuşur, otururken eli ayağı kıpırdar. Belirtileri: Elleri ayakları kıpır kıpırdır, oturduğu yerde rahat duramaz. Sık sık yerinden kalkma ihtiyacı duyar. Sessizlik gerektiren oyunlarda zorlanır Çok konuşur. Sırasını beklemekte zorlanır. Başkalarının sözünü keser. Uygun olmayan ortamlarda koşar, tırmanır. Devamlı hareket halindedir.
3. Dürtüsellik Kişinin kendisini kontrol etmekte sorun yaşaması ile kendini gösterir. Acelecidirler, soru bitmeden cevabı vermek isterler, içlerinden geldiği gibi davranırlar ve isteklerini erteleyemezler. Belirtileri: Kolayca sinirlenmek, inatlaşmak Yetişkinlerle tartışmaya girmek Sürekli karşı gelmek, istenileni yapmamak Kendi hatalarından başkalarını sorumlu tutmak. Öfkeli ve hırçın olmak Çoğu zaman başkalarının sözünü keser ya da yaptığı işin arasına girer. Tedavisi; İlaç tedavisi genellikle bir yöntemdir. İlaç kullanıldığında hareketlilik azalır, dikkat süresi artar ve dürtüler kontrol edilebilir. Ancak ilaç doğru davranışı sağlayamamakta, motivasyonu arttıramamakta, kişiye duyguları ile başa çıkmayı öğretememektedir. İlaç ile birlikte psiko eğitimsel müdahaleler ve davranışsal tedaviye ihtiyaç vardır. Anne babanın eğitimi, öğretmen eğitimi, çocuğun bireysel terapisi birlikte yapıldığında etkili sonuçlar alınmaktadır.Genellikle Psikiyatrist, psikolog veya psikolojik danışmanların birlikte çalışması gerekir. İlaç takibi psikiyatrist tarafından yürütülen diğer eğitim çalışmalarının psikolog ya da psikolojik danışman tarafından yürütülmesi gerekmektedir. Sorunun durumuna bağlı olarak bazen ilaca ihtiyaç duymadan da tedavisi mümkündür.
|
|
|
|
|
|
 |
|
|
|
|
Obsesif - Kompulsif Bozukluklar |
|
|
|
 |
|
|
|
|
|
Obsesif- kompulsif bozukluk bireyde çok fazla sıkıntı yaratan ve gündelik işlerin yapılmasında sorun yaratan, aklın ısrarlı ve kontrol edilemeyen düşüncelerle dolduğu ya da kişinin bazı davranışları tekrar tekrar yapma zorunluluğu hissettiği bir kaygı bozukluğudur. Bazı durumlarda kişide genel olarak yüksek obsesyon ve nadiren kompulsif davranışlar görülürken bazı durumlardada obsesif düşüncelere kompulsif davranışlar hemen eşlik eder. Ayrı ayrı açıklamak gerekirse Obsesif düşünce; istemli bir çaba ile zihnimizden uzaklaştıramadığımız, istenmeden oluşan, kişiye ters gelen, ısrarlı, genellikle kötü düşünceler (vesvese), dürtüler, hayal ya da tasavvurlardır (Örn; simetri, mikrop kapma, kirlenme, aykırı cinsel davranışlar, saldırganlık, küfürlü dini düşünceler). Kişi, bu düşünce, dürtü ve hayallerini zihninden atmaya ya da önemsizleştirmeye-etkisizleştirmeye çalışır. Bu düşünceler, dürtüler ya da hayaller, sadece gerçek yaşam sorunları hakkında duyulan günlük üzüntüler şeklinde değildir. Kompulsif Davranışlar ise; bu düşünceleri, etkisizleştirmek için yapılan davranış ve hareketlere ise kompülsiyon denir. 1- Kişinin obsesyon biçimindeki düşüncelere karşı, bir tepki olarak yaptığıtekrarlayıcı davranışlar (örn: temizleme, düzene koyma, aşırı kontrol etme/kapı-tüp açık mı kapalı mı gibi/, tabelalara takılma gibi ya da zihinsel eylemler (örn; dua etme, törensel davranışlar, sayı sayma, bir takım sözcükleri sessiz biçimde söyleyip durma v.b.). 2- Davranışlar yada zihinsel eylemler, sıkıntıdan kurtulmaya ya da var olan sıkıntıyı azaltmaya veya korku yaratan durumdan korunmaya yöneliktir; ancak bu davranışlar ya da zihinsel eylemler ya etkisizleştirilmesi veya korunulması tasarlanan şeylerle gerçek anlamda ilişkili değildir, yahut açıkça çok aşırı bir düzeydedir. 3- Obsesyon ve kompülsiyonlar, belirgin bir sıkıntıya neden olur, zamanın boşa harcanmasına yol açar (günde en az bir saatlik zaman alırlar), ya da kişinin olağan günlük işlerini, mesleki görevlerini ya da olağan toplumsal etkinliklerini önemli ölçüde bozar. |
|
|
|
|
|
 |
|
|
|
|
|
|
Bu kişiler çevrelerindeki kişilerin kendileri hakkında gergin, güçsüz, beceriksiz, aptal, yetersiz seklinde düşünceler içine gireceklerinden endişe ederler. Çevrelerindekilerin kendi ellerinin titrediğini, yüzlerinin kızardığını, seslerinin titrediğini, bozuk bir üslup ile şaşırarak konuşup rezil olacakları ve gerilimlerinin anlaşılacağı düşünceleri ile topluluk önünde konuşamaz, başkaları yanında yemek yiyemez, orta yerde yazı yazamaz hale gelebilirler. Bu durumlardan çeşitli bahanelerle kaçınır, böyle bir durumla mecburen karsılaşırlarsa yoğun gerilim, çarpıntı, terleme, sıcak basması, fenalık hissi, mide bulantısı, ishal gibi yakınmalar gösterirler. Eğer bu tür bir olay önceden belirlenmiş ise olayın çok öncesinden itibaren bu yakınmalar olacak seklinde bir beklenti içine girerler ve olay öncesi her günü kaygı ile geçirirler. Bunun sonucunda kişinin toplumsal işlevselliği kısıtlanır ya da bozulur. Eğer korkulan durumlar ve ortamlar çok sayıda ise yaygın sosyal fobiden bahsedilir. Bu durumda da daha çok yanlış ve kusurlu durumlar sergileyip, daha çok sosyal becerilerde kayıp gösterirler. Bu durumdaki kişilerde başkalarınca eleştirilme, olumsuz bir bakış acısı ile değerlendirilme ya da çevrelerince reddedilmeye karsı aşırı bir hassasiyet vardır. Kendi hakların savunmada çok yetersizdirler ve bunu başkalarının kendi adlarına yapmalarını beklerler. Kendilerini hafife alır, yeterince önemsemezler, kendilik saygilari düşük olup, bu durum halk arasında ‘aşağılık duygusu’ olarak bilinmektedir. Kişilerde değerlendirmeye tabi tutulacakları için sınav korkuları da on planda gelmektedir. Karşılarındakiler ile göz göze gelmemeye, on sırada bulunmamaya çalışırlar. Öğrenciler bildikleri halde parmak kaldıramaz, sözlülerde başarısız olur, etkinliklere katılmaktan kaçınırlar. İş sahipleri gerekli atılımları yapamaz, çalışanlar kendilerini ortaya koyamaz ve fikirler ileri süremez, ilerleyemezler. İş kayıpları ve okul başarıları azalır ve akademik gelişmeleri kısıtlı kalır. Bazıları karşı cins ile ilişkilerinde benzer durumlar yasadıklarından kendi baslarına arkadaş sahibi olamaz, bekar kalabilirler. Bunun önüne geçmek için başkalarının önayak olmasını bekler ve görücü usulü ile evlenme yoluna gidebilirler. Bulundukları ve yetiştikleri ortamı değiştirmek istemez, yakın aile dışındaki kişiler haricindekiler ile iletişimlerini sınırlarlar. Sosyal Fobi Beraberinde Görülen Psikiyatrik durumlar: - Panik bozukluğu - Obsesif kompulsif bozukluk - Somatoform bozukluklar - Depresif bozukluklar - Alkol - Madde kullanım bozuklukları - Çekingen kişilik bozukluğu
|
|
|
|
|
|
 |
|
|
|
|
Stres ve Stresle Başa Çıkma Yolları |
|
|
|
 |
|
|
|
|
|
Stres; gündelik yaşamda karşılaşılan olaylar sonucu hissedilen sıkıntı ya da zorlanma durumudur.
Çok eskiden beri fizik biliminde; “maddenin kendi üzerine uygulanan güce gösterdiği tepki” anlamında kullanılan STRES terimi; son 20 yılda tıp, fizyoloji, sosyoloji, psikoloji, psikiyatri alanlarında ve gündelik yaşamda herkesin kullandığı popüler kavramlarından biri haline gelmiş, kitle iletişim araçlarında sıklıkla yer verilen “medyatik” bir sözcük olmuştur. Stresin zihinsel ve fiziksel kaynaklarımızı tüketen olumsuz bir yanı olduğu gibi, organizmada fiziksel ve ruhsal değişmelere, olgunlaşmaya ve gelişmeye yol açan olumlu yönleri de vardır. Gerçek yaşamda sorun çözme ya da stresli olaylarla başa çıkabilme psikolojik sağlık ve uyumla ilişkilidir. Çevre ile etkileşimlerimiz sırasında engelleyen, sinirlendiren, tedirgin eden olaylar bizi zorlamaktadır. Bunlar boşanma, bir yakınının kaybı ya da ayrılık, ölümcül hastalık, hayat pahalılığı, trafik, gürültü, okul başarısızlığı, sınav kaygısı, savaş, ırza tecavüz ya da doğal afetler gibi olumsuz etmenler olabileceği gibi; evlenme, terfi, kariyer değişikliği gibi olumlu yaşam olaylarını da kapsayan çok geniş bir yelpaze içinde değerlendirilebilir. Genelde herkes için travmatik sayılabilecek bir olayın ardından tepkilerin yavaşlaması, dış dünyaya ilginin azalması belirgindir. Örneğin; 17 Ağustos 1999 depreminin ardından hem depremi yaşayanlarda hem de depremi televizyon aracılığı ile izleyenlerde yoğun bir stres ve buna bağlı sorunlar ortaya çıkmıştır. Kişinin kendisiyle ilgili çarpık algılamaları varsa, kendini değersiz algılar ve mutsuz olur. Bu mutsuzluk iş, sosyal ve aile yaşantısındaki işlevlerinin bozulmasına yol açar. Hoş olmayan yaşam olayları sonrası kendini mutsuz, kaygılı ve endişeli hisseden ve bu nedenle işlevsel kaybı olan kişilere bunlarla baş etme becerileri kazandırılmalıdır. Ayrıca duygusal tepkileri, düşüncelerini denetleyebilme becerisi, sorun çözme teknikleri, anlık doyumları erteleyebilme ve içsel olayları düzenleme konusunda eğitim verilebilir. Hastaların kaygı düzeylerini azaltmak, varsa depresif belirtilerini gidermek için ilaç tedavisi de uygulanabilir.
Bu yöntemler ve tedaviler, ancak kişinin ayrıntılı bir değerlendirmesi yapılıp, sorun tanımlandıktan sonra konunun uzmanı olan psikiyatristler tarafından uygulanabilir. STRESLE BAŞA ÇIKMA YOLLARI
Stres kişinin gündelik yaşantısını engelleyecek düzeye ulaşmışsa azaltılması gerekir. Bunun için denenebilecek yöntemler: - Spor, - Masaj, - Olumlu düşünme, - Meditasyon, yoga, - Zamanı iyi kullanma, - Gevşeme (relaksasyon), - Beslenmenin düzenlenmesi, - İletişim becerilerinin etkin kullanımı |
|
|
|
|
|
 |
|
|
|
|
|
|
Yeme insan hayatında vazgeçilmez bir davranıştır. İnsan yaşamı için mutlak gereklidir. Her kültürde kendine özgü yemek zevki, yemek anlayışı vardır. İnsanlar bu davranışa yoğun ilgi gösterirler ve üzerinde oldukça ilgi vardır. Dünya da yemek yemenin ve yemenin sonucu oluşan fazla kilolardan kurtulmanın ekonomi dünyasında milyonlarca dolarlık piyasa payı vardır. Yiyecek ve yemeğe yönelik bu yoğun ilgi dikkate alındığında, insan davranışının bu yönünün bir bozuklukla bağlantısı olmaması kaçınılmazdır. Klinik olarak çok eskilerden beri yemeye karşı bazı bozukluklar belirgin olarak görülsede DSM'de ilk olarak 1980 yılında alt kategori olarak yer almıştır. Sayfalarımızda yeme bozuklukları başlığı altında iki önemli sendromdan, anoreksiya nervoza ve bılimiya nervoza'dan bahsedicez. Ruhsal bozukluklara bağlı aşırı yeme ve kusmadan da bu başlık altında kısaca bahsedicez. Anoreksiya Nervosa Anoreksiya Nervosa bireyin beden imgesinin (kendi bedenini algılamasının) bozulması ve sonuçta kendisini kilolu algılaması, beslenmeyi reddetmesi, bu nedenlerle de aşırı kilo kaybına uğraması olarak tanımlanabilir. Kişi bu kilo vermeye kendi isteği ile başlar ve sürdürür. Anoreksiya’nın sözlük anlamı iştah kaybıdır. Nervosa ise sözlük anlamı olarak emosyonel (duygusal) nedenlere işaret etmektedir. Aslında hastalığın ismi kendisi ile zıtlık taşımaktadır çünkü pek çok anoreksiya hastası yemeye karşı ilgisini ve iştahını kaybetmez. Tam tersi, kendileri yememelerine rağmen iştahları açıktır ve sürekli olarak yemekle ilgilenirler: Yemek tarifleri okuma, ailelerine özenle yemek hazırlama gibi. Ancak hastanın yemek yemeyi ısrarla reddetmesi sonucu gelişen kilo kaybı yaşamını tehdit edecek düzeye ulaşabilir. Ruhsal bozukluklar içinde ölümle sonuçlanabilecek nadir bozukluklardan birisidir Anoreksiya Nervosa. Bir kişiye Anoreksiya Nervosa tanısı konması için hastada DSM-IV kriterlerinden en az dördünü karşılaması beklenir. Öncelikle, kişi normal ölçülerde kiloyu devam ettirmeyi reddeder. Bu durum şu şekilde değerlendirilir; kişinin kilosu, yaşı ve boyuna göre normal sayılan ağırlığın %85’inin de altındadır. Kilo kaybı genellikle diyetle gerçekleşir ancak beraberinde kendi kendini kusturma, laksatifler (müshiller) yada diüretikler (idrar söktürücüler) kullanma, yoğun egzersiz ve spor yapma gibi yöntemler de denenebilir. Diğer bir kriter; kişinin vücut ağırlığı düşük olduğu halde yine de kilo almaktan aşırı korkması ve bu korkunun kilo kaybını daha da arttırmasıdır. DSM-IV ‘de yer alan üçüncü kriter kadınlarda görülen amenoredir (adet yokluğu veya kesilmesi). Anoreksiya hastalarında ardarda en az 3 menstruel siklusun olmaması önemlidir. Dikkat edilmesi gereken son kriter ise anoreksiya hastalarının vücut ağırlıklarını, biçimini ve görünümünü algılamalarının bozulmasıdır. Bu hastalar; aşırı sıska oldukları durumlarda dahi kilolu olduklarında ısrar edebilirler veya bazı vücut bölgelerinin görünümleri ile ilgili şikayetleri olabilir(karınları, bacakları, kalçalarının kalın olduğundan yakınma gibi). Şiddetli kilo kaybı görüldüğü durumlarda bile herhangi bir problem yaşadıklarını yadsıyabilirler. Vücut ölçülerini kontrol etmek üzere sürekli tartılırlar, bölgesel ölçümlerini alırlar veya aynada kendilerini seyreder ve eleştirirler. Bu bireylerin benlik algısı tamamen vücutlarının görünümü ile bağlantılıdır. DSM-IV Anoreksiya Nervosa’yı iki alt tipe ayırmaktadır. Kısıtlı tipte kişi yeme düzenine kısıtlamalar getirmektedir. Tıkanırcasına yeme/çıkartma tipinde ise kişi dönemler halinde tıkanırcasına yeme ve sonrasında çıkartma veya laksatifler kullanma gibi davranışlar göstermektedir. Tıkanırcasına yeme/çıkartma alt tipinin daha patolojik boyutlara ulaşabildiği gözlenmiştir. Örneğin bu alt tipe uyan hastalarda kişilik bozuklukları, dürtü kontrol problemleri, hırsızlık, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, sosyal içe çekilme ve intihar girişimi daha sık görülebilmektedir. Anoreksiya genellikle ilk veya orta ergenlik döneminde, çoğunlukla bir diyet dönemini takiben ve yoğun bir stres sonrası (anne-baba ayrılıkları vs.) ortaya çıkmaktadır. Başlangıç yaşının ortalama 17 olduğu ve 40 yaşından sonra Anoreksiya’nın görülmediği kabul edilmektedir. Anoreksiyada kadınların erkek oranı 20/1’dir. Yaygınlığı ise %1 olarak bildirilmektedir. Anoreksiya Nervosa tanısı almış hastaların aile üyelerinde majör depresyon sıklığının genel nüfusa oranla daha yüksek olduğu bilinmektedir. Bazı bulgular hastaların ailelerinde yakın fakat sorunlu ilişkilerin söz konusu olduğunu göstermektedir. Anoreksiya’nın ortaya çıkışındaki en önemli etkenin toplumun dış görünüşe verdiği önem olduğu bilinmektedir. Ergenlerde gözlenen bağımsız olma ve sosyalleşme çabaları ile aileden uzaklaşma kimilerinde beden ile aşırı ilgilenmeye yol açmaktadır. Ergen bir yandan kendini rahatsız eden düşünceler yerine kilosu ile uğraşmayı seçmekte, diğer yandan kimlik oluşturma ve birey olma sürecinde bedenini bir araç olarak kullanma çabası içine girmektedir. Anoreksiya Nervosa’ da prognoz oldukça değişkenlik gösterebilmektedir. Bireyin hastalığı kabullenmemesi ve yardımı kabul etmemesi, hastalığın seyrini olumsuzlaştırmaktadır. Sabırlı ve düzenli tedaviler sonrasında sağlığına kavuşan hastalar görüldüğü gibi, pek çok olguda beden algısının bozulması, aşırı kilo kaybı ve sonuçtaki komplikasyonlara bağlı olarak bedensel yıkım gerçekleşir ve hastalık ölümle sonuçlanabilir. Anoreksiya hastalarının bedensel yakınmalarına karışıldığında ve tedavi sonucu kilo almaya tekrar başladıklarında yoğun direnç gösterdikleri görülmektedir. Bu hastaların sosyal ilişkileri yetersizdir ve genellikle depresif duygu durumu hakimdir. Bazı belirtileri ortak olduğu için Anoreksiya Nervosa ile Depresyon birbirlerinden ayırt edilmelidir. Depresyonda iştah kaybı görülebilmektedir ancak Anoreksiya hastası iştahını kaybetmez, o açlık duygusunu yaşamasına rağmen bunu şiddetle kontrol etme çabası içindedir. Anoreksiyanın pek çok belirtisi Somatizasyon Bozuklukluğu ile de örtüşebilmektedir (kilo kaybı, kusma gibi). Ancak Somatizasayon Bozukluğu’nda kilo kaybı aşırı değildir ve hastanın kilo alma kaygısı bulunmamaktadır. Anoreksiya hastalarının yemek yemeden kaçınma davranışları Sosyal Fobi’de de görülür ancak sosyal fobiklerin yemek yemeden korkması yalnızca sosyal ortamlar ve koşullarla sınırlıdır. Anoreksiya Nervosa hastalarının %50’sinin aynı zamanda bir başka yeme bozukluğu olan Bulimia Nervoza özellikleri gösterdiği bilinmektedir. Aşırı yeme ve kusma gibi bu belirtiler hastalık başladıktan ortalama 1.5 yıl içinde ortaya çıkmaktadır. Anoreksiya nervoza ile birlikte depresyon belirtilerinin, obsesif belirtilerin ve kişilik bozukluğu özelliklerinin bulunması ayırıcı tanıyı güçleştirebilir ya da birden fazla tanının kodlanmasını gerektirebilir. Genç hastalarda ayırıcı tanıda aşırı kilo kaybına neden olabilecek kronik hastalıklar, beyin tümörleri ve crohn hastalığı ya da malabsorbsiyon sendromları gibi sindirim sistemi hastalıkları vardır. Bulimia Nervosa Bulimia Nervoza yineleyen aşırı yeme nöbetleri ve hastanın beden ağırlığını kontrol etmekle aşırı uğraşması; bu nedenle yediği yiyeceklerin şişmanlatıcı etkilerini azaltmak için aşırı çaba harcaması ile belirli bir sendromdur. Bulimia; Yunan dilinde “öküz gibi acıkmak” deyimi karşılığında kullanılmaktadır. Bu hastalık olağan dışı miktarlarda yemek tüketimi dönemlerini izleyen bilinçli dışa atım yöntemlerini de içermektedir. Kilo alımını engellemeye yönelik kullanılan bu yöntemler genellikle; çıkartma, oruç tutma, aşırı egzersiz uygulama veya laksatif kullanımından oluşur. DSM-IV Bulimia Nervosa’da oluşan zevke yönelik yeme epizodlarını; “2 saatten daha az bir sürede pek çok insanın aynı koşullarda yiyebilecekleri miktardan daha fazla yemek tüketimi” olarak tanımlamaktadır. Zevk yemeleri tipik olarak gizlilik içinde olur; genellikle bir stres faktörü tetikleyicidir, ve olumsuz duygulanımları harekete geçirir; yalnızlık, sosyal ortamlarda yeme veya kilo alımı konusunda endişelenme gibi. Bu zevke dayalı yeme, kişi rahatsızlık verecek derecede tok olana değin devam eder. Bu süre içinde kişi yeme davranışı ve tüketilen yemeğin miktarı üzerindeki kontrolünü kaybeder Bu sürede tercih edilen yemekler genelde dondurma, çikolata, pasta gibi çabuk yenebilen ve kalorili yiyeceklerdir. Araştırmalar göstermiştir ki bulimia olgularında hastalar, tıkanırcasına yeme epizodları sırasında 2000 ile 4000 kalori almaktadır ki bu kalori miktarı sağlıklı bir kişinin bir gün boyunca aldığı kalori miktarından daha fazladır. Hastalar genellikle tıkanırcasına yeme davranışlarından utanç duyarlar ve bunu saklama çabasındadırlar. Çoğunlukla tıkanırcasına yeme epizodları sırasında kontrolü yitirdiklerinden yakınırlar. Tıkanırcasına yeme epizodunu, pişmanlık duygusu içinde iğrenme, tiksinme, huzursuzluk, kilo alma korkusu ve dışa atım çabası izler. Bulimia hastaları dışa atımı genellikle parmak yardımı ile kusarak yaparlar. Mide bulantısı ve kusma, zamanla bulimia hastalarında irade ile gerçekleşebilmekte ve parmak, çatal vb. gibi maddelere gereksinimleri dahi kalmamaktadır. Laksatif ve diüretik kötüye kullanımı, yoğun egzersiz programı veya oruç tutma gibi diğer kiloyu koruma yöntemleri de bulimia hastalarının vücut ölçülerini koruma çabası dahilinde başvurdukları diğer yöntemlerdir. Çoğu insan zaman zaman tıkanırcasına yeme nöbetlerine girebilir. 1982 yılında yayımlanan bir araştırmaya göre üniversite öğrencilerinin %50’si arada sırada meydana gelen tıkanırcasına yeme-arınma dönemleri geçirmektedir. DSM-IV kriterlerine göre bu tür davranışlara hastalık boyutunda yaklaşmak ve Bulimia tanısı koymak ancak bu dönemlerin üç ay boyunca haftada en az iki kez gerçekleşmesi sonrasında mümkündür. Anoreksiya Nervosa’da olduğu gibi Bulimia hastaları için de kilo alımının yarattığı kaygı oldukça yüksektir. Yine Bulimia Nervosa’da da Anoreksiya’da olduğu gibi kişinin vücudunun görünüşünü algılamasında bozulmalar meydana gelmektedir ve bu kişiler normal ağırlıkta olsalar dahi kendilerinin kilolu olduklarına inanabilmektedirler. DSM-IV Bulimia Nervosa’yı iki alt tipe ayırmaktadır: Çıkartma olan ve çıkartma olmayan tip. Çıkartma olmayan tipe eşlik eden davranışlar; oruç tutma, aşırı egzersiz yapma veya laksatiflerin kullanımıdır. Çıkartma olan tipe oranla daha sıktır. Ayrıca bu tip hastalar tıkanırcasına yeme dönemlerini daha az yaşamakta ve hastalık şiddetinin daha hafif olduğu gözlenmektedir. Bulimia Nervosa ergenlik ve erken yetişkinlik dönemlerinde başlar. Bulimia hastalarının %90’ını kadınlar oluşturur. Kadınlar arasındaki sıklığının % 1 ile 2 arasında olduğu bilinmektedir. Bulimia hastalarının öykülerine bakıldığında pek çoğunun önceleri aşırı kilolu olduğu ve hastalık semptomlarının bir diyet dönemi ile başladığı görülür. Bulimia hastalarında abartılı yeme dönemleri olduğu için, hasta kliniğe başvurduğunda zayıflamış olması beklenmemelidir, bazen normal kiloda ve hatta fazla kilolu dahi olabilirler, oysa anoreksia hastaları kliniğe her zaman aşırı zayıflamış halde başvururlar. Bulimia hastaları Anoreksiya’da olduğu gibi yardımı reddetmezler. Aşırı yeme ve kusma epizodlarından sonra suçluluk duymalarına ve bu davranışları gizleme çabası içinde olmalarına rağmen istekle yardım ararlar. Uzun dönem takipler Bulimia teşhisi ile tedavi edilen hastaların yarısından fazlasının beş yıl içinde sağlıklarına kavuştuklarını göstermektedir. Ancak hastalığın seyri, kusma sonucu ortaya çıkan belirtilerin şiddetine de bağlanmaktadır. Uzun süren vakalarda ilişkilerde bozulma, iş yaşamında sorunlar ve kendilik değerinde azalma görülebilmekte, bu tür etmenlerin klinik açıdan ele alınmasında fayda olduğu bilinmektedir. Bulimia Nervosa tanısı konmuş hastalarının pek çoğunun aile öyküleri incelendiğinde, sorunlu aile ilişkileri göze çarpar. Hastalar anne-babalarını “uzak ve reddedici” olarak tanımlarlar. Yeme nöbetlerinin anne ile bütünleşmeyi temsil ettiği, ancak sonrasında anneden ayrışma ve bireyselleşme çabasının dışa atım, kusma davranışları olarak kendini gösterdiği düşünülmektedir. Bulimia hastaları Anoreksiyadan farklı olarak dışa dönük kimselerdir. Bunun yanında kızgın ve dürtüsel oldukları da gözlenmiştir. Bulimia hastalarının dürtü kontrolünde yaşadığı problemler nedeniyle pek çok sorun da beraberinde kliniğe taşınmaktadır. Madde kötüye kullanımı, emosyonel dengesizlik ve intihar girişimlerine de bu hastaların hikayelerinde sıklıkla rastlanmaktadır. İlginç bir araştırma da Bulimianın çalma alışkanlığı ile pozitif ilişkisini ortaya koymuştur. Hırsızlık alışkanlığı olan bulimia hastalarının aynı zamanda madde bağımlılığı ve diğer suçlara da yatkınlığı gözlenmiştir. Bulimia Nervosa pek çok diğer psikiyatrik hastalık ile birlikte anılmaktadır; özellikle depresyon, kişilik bozuklukları, ve anksiyete bozuklukları. İkiz denekler kullanılarak yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre Bulimia ve depresyon genetik açıdan birbirleri ile ilişkilidirler. Bulimia Nervoza'nın a) yineleyen kusmalara yol açan üst gastrointestinal sistem hastalıkları b) kişilikteki daha yaygın bir bozukluk c) depresif bozukluktan ayırt edilmesi gereklidir. |
|
|
|
|
|
 |
|
|
|
 |
|
|